Oğuz Atay
Dün Bugün Yarın (Tutunamayanlar)
DÜN, BUGÜN, YARIN

When I was a little child,
Bir yokluktu Ankara.
Après moi dull and wild
Town ne oldu, que sera?

İTHAF VE MUKADDİME

King Solomon Speare’di adının İncilcesi
Süleyman Kargı dosttur Türkçeye tercümesi
Hamlet için Horatio neyse öyleydi bana.
Kıbrıs dolaylarından göçmüş anavatana.
Yıkık bir sur üstüne büyük, cesur ve mağrur.
Saplanmış bayrak gibi, Ankara’da oturur.
Selim Işık tek ve Türk. Ve duygulu, amansız.
Sabırsız ve olumsuz, yaşantısında cansız
Sanılırdı; gerçekti, hayır gerçek değildi.
10 Tutunamayanların tarihine eğildi.
Kelime ve yalnızlık hayatın tadı tuzu
Kucaklamak isterdi ölümü ve sonsuzu.

BİRİNCİ ŞARKI

Dokuz yüz otuz altı. Tarih düşüldü. Niçin?
Doğumu önemlidir-yani kendisi için.
Buruşuk yüzler, bezler arasında bir canlı
Başparmağını emdi (yıkanmamış ve kanlı)
Cahildi, ne bilsindi libidonun adını
Duymuştu belki belki aşkın kokusunu, tadını
Sonradan uzun olan yumuk parmaklarında.
Yıkandı çinko tasın sıcak ırmaklarında.
İlk resminde beyazdı kundağı gibi yüzü.
Bir taşra konağında yaşadı ilk gündüzü.
Büyükanne, Osmanlı sabrıyla ağır ağır
Sallıyor beşiğini. Dede bunak ve sağır.
Gelin ürkek ve şaşkın, dede doksanı aşkın,
Gözlerinde kalmamış ışığı hiçbir aşkın.
Ne zaman yemeğini yediğini bilmiyor.
Gördüğü karısı mı gelini mi bilmiyor.
Asırlık ayakları, evde bir hastalıktı
30 Geceleri dolaşan. Dalgın karnı acıktı;
Kalktı yer yatağından, iki ayaklı hüzün.
Selim’in beşiğine uğradı, beyaz tülün
Altında yatan teni okşadı. Titrek elin
Tuttuğu son canlıydı. Sanki, “Mutfağa gelin!”
35 Diyen bir sese doğru yönelirken, bir ağrı
Saplandı. Ölü buldu onu sabah rüzgârı.
İlk rüyanın teriyle (bilincin eşiğinde)
Islanarak uyandı; kıvrandı beşiğinde
Kundağıyla büyük ve beyaz bir elma kurdu
Esirlik türküsünü bütün eve duyurdu.
Baba geniş yatakta döndü; yorganı kaptı;
Anne, meme vermenin sancısıyla haraptı.
İlk ve son kocasının, “Çocuğa bak Müzeyyen!”
Mırıltısıyla kalktı kadın kokan yerinden.
Corridos adasında Permanlar arasında
Elinde kendi gibi kuru bir barracinda
Tutarak, on ikinci derece bir denklemi
Kaygısız çözmesiyle, Ferrania Sandolem’i
İndirerek tahtından kadın saltanatına
Son veren Panton Hipyos ya da önce atına
Sonra kadına tapan Hun gibi Numan Işık
(Oysa ilk yıllarında anneme nasıl âşık).
Uykulu göğüsleri-kim bilir ne tazeydi.
İpek geceliğinin içinde sert ve diri
(mektuplarda Numan Bey, aşkını eski Türkçe
-evlenmeden elbette- anlatırmış anneme)
Kayarken karanlıkta, dede bir taş yığını
Gibi, genç lohusanın acıttı ayağını.
Acı bir çığlık kesti Selim’in nefesini
Belki o anda duydu korkunun ilk sesini.
Evin arka bahçesi otlar ve tahta perde.
Anılar başladı mı? Paslı bir kilim yerde,
Koruyor dış dünyadan. İlk böcekler elinden
Kayıp geçiyor. Nine, düşürmüyor dilinden
Belirsiz anlamlarla uyutan ninnileri
Hu diyen dervişleri ürkünç ecinnileri.
Dandini ve dasdana, kov bostancı danayı
Yemesin lahanayı, yemesin lahanayı.
Bir yaşında kızamık, iki yaşında sıtma,
Yakaladı Selim’i. Yavrum terleme, koşma!
Terli bir uyanıştan sonra tam üç yaşında
Düştü yatağa baygın. Ağlayarak başında
Kuran okur annesi; bir açılsa gözlerin.
Ne diyorsun Allahım, duyulmuyor sözlerin.
Baba mırıldanıyor: Selim Işık, güzel şey!
Ağlıyor gürültüyle; hey rahmetli Numan Bey!
Kasabanın tek doktoru topal Muvakkar.
Muvakkar’ın tek gözü birazcık şehla bakar.
“Topal doktor kalksana, lambaları yaksana,
80 Selim elden gidiyor, çaresine baksana.”
Muvakkar’ın gözü varmış derler annemde.
Babama severek varmış derler annem de.
O zaman kaç senesi; tıp, bildiğiniz gibi.
Bütün umut Allah’tan; hep bildiğiniz gibi.
“Zatürrée. Geceyi atlatırsa ümit var.
Kışın olsa giderdi.” (Dışarda ıslak bahar.)
Birden gözünü açtı: karanlık pencereler,
Yağmur izleri. Selim, “Atatürk’ü gördüm,” der.
Taşrada yetişirken öğrendiği tek dildi
Türkçe, cahil Selim’in. Bu kadar diyebildi.
Oysa bilseydi (canım) biraz da Fransızca
“Voila Atatürk maman!” derdi muhakkak orada.
Az gelişmiş babanın az gelişmiş tek oğlu,
Şimdi hatırladım da gene gözlerim doldu.
Donuk aydınlığında idare lambasının,
Üzerine eğilen gölgenin (babasının)
Varlığından habersiz, soluk bir ateş gibi
Küçücük yatağında. Bir aydınlık belirdi:
“İşte güneş doğuyor. Kurtuldu, yaşayacak!”
Yamalı bir yıldızdı ilerde ışıyacak.
“İzin ver Selim biraz, Hegel, Fichte diyelim,
Felsefeyle ilişkin bir de ekmek yiyelim.”
Böyle buyurdu Kargı, thus spake King Solomon
Yerindedir bu yargı, evet haklı Platon,
105 Felsefeyi seviniz, fakat koparmayınız.
Demekle özetliyor: bu dünyada yalnızız.
Özür dilerim senden bu sütunda açıkça,
Çocukluk günlerine kapılmışım çocukça.
Kelimenin anlamı: sevmek demek Yunanca.
Filo. Sofya’yı sevmek oluyor Filosofya.
Hatırlarsın pasajda Lefter’in meyhanesi,
Servis yapar, şarkı söyler; biraz kısıktı sesi.
“O Sofya mu, Sofya mu. Sensiz içmek olur mu?”
Kır saçlı laternacı biraz mahzun dururdu.
‘İn vino veritas.’ Ders sofistlerden Duzikos,
Tarih felsefesinde, ‘Armoniko Muzikos...’
“Gene sapıttın Selim. Seni kim durduracak?”
Söylemiştim Süleyman: ben başlamazsam ancak
Durdurulabilirim. Ayrıca fakir dilim
Bağlı hece vezniyle, taş kesildi sağ elim.
Hecenin çarmıhına çivilenmiş ellerim.
Kafiye Tanrısına kurban oldum. Efendim?
“Bir şarkının sonuna kadar sabredemedin.”
Bundan kaybediyorum, böyle olduğum için.
Ne olur tutma artık beni hece vezniyle
Allahın, senin ve tüm sevenlerin izniyle
Çözülsün zincirlerim, tutulan kol çalışsın.
Bir espri uğruna harcatmayın, alışsın
Selim Işık insana. Söylesin şarkısını
Kesintisiz, acemi. Oblomov hırkasını
Çıkarsın bedeninden. Ey ölü ruh! kıyam et!
Beğendin mi Süleyman? “Beğenmedim, devam et.”
Orta Asya’daki pembe elipsin içinden
Çıkan kırmızı oklara binerek, Bozkurtlar (kanatlı)
Nasıl uçmuşlarsa Tanca’ya kadar,
Ben de (altı yaşımda) dar
Ve yüksek çamurluklu tenezzühle (Ford T Modeli)
Ankara’ya ulaştım
Sağ salim. ‘Yağmur Çayevi’nin önünde dolaştım
Uyuşan bacaklarımı oynatarak Ankara’nın toprağında.
Taşhan,
Bana dünyanın en büyük meydanı gibi geldi.
Gözüne güneş gelmesin diye elini
Siper eden Mehmetçik heykeli ne güzeldi.
Ve büstlerinden yalnız göğsüne kadar tanıdığım
Kabartmalı ve yüksek
Bir mermerin üstüne çıkmıştı atıyla.
(Böylece tanışmış oldum heykel sanatıyla.)
Baba, ordaki kadın sırtında ne taşıyor?
“Bomba.” Neden? “Türk yurdu topyekûn savaşıyor.”

150 Savaş, cephede bitti (yirmi yıl önce).

Oysa, bir türlü bitmez okul kitaplarından ince

Sesimle okuduğum

Şiirlerde (Zafer Bayramı münasebetiyle). “Oğlum,

Bu ne Şeker ne de Kurban Bayramı,”

155 Derken babam haklıydı,

30 Ağustos günü elini öperek ondan

Para istediğim zaman.

(Babama şiir okumayı bile düşünüyordum o sırada.)

Çin’den

Atatürk
Babam şiir sevmezdi. Evimize arada

160 Gelen Mimar Cemil Uluer yalnız şiir yazardı.

(Babam bu adama nedense kızardı.)

“Bir kere, mimar değil bu herif..”

Diye başladı mı, hafif

Üzülürdü annem. “Canım Numan Bey

165 -bey derdi babama- bu kadar şey

Olma (şey derdi annem sık sık).

Adamcağıza yazık.”

Mimar Cemil, şiir bina ederdi.

Kışlık kömürü bizim evden giderdi.

170 Müsteşar Nâmık Beyi ziyaretinde de arz-ı hürmetleriyle

Ve kimin okuduğu belli olmayan hikmetleriyle

Dolu kitabını sunar; bir kat giyilmiş elbiseler alır

Şair ve mimar olmaktan böylece vazgeçtim (yazık).

Sevmedim okulu önce,

175 “Öğretmenim” tutmadı yerini annemin (bence.)

Beni çingenelere vermek istemeseydi

Babam, bir dev anası gibi

Görünen öğretmenden kaçardım (ne iyi olurdu).

Korkuyu

180 Bahçedeki huysuz ve parlak kanatlı

Horoz tanıttı bana.

Bir de “öğretmenim” Rânâ.

“Kulağını çekerim, konuşma, terbiyesiz,

Yakarım ağzınızı, çişim geldi derseniz.

185 Kırarım notunuzu haylazlık ederseniz.

Yarına satır satır ezberlensin dersiniz.”

Yorganı üstümden attım o gece,

Çıplak ayakla taşlara bastım o gece. Kırk derece

(yazlık).
Ateşim çıksın diye bekliyordum. Sakın

190 Göndermesin babam beni okula yarın,

Olur mu Allahım -Allahım diye başlamışken

Dua edeyim hemen:

Allahım ne olur Sen anneme

Babama, bana ve nineme

195 Ve apartmandaki Baha Beye, karısına ve oğluna

Ve mahalledekilere ve rahmetli dedem Hüsrev kuluna

Ve Ankara’dakilere ve Türkiye’dekilere

Ve dünyadaki bütün iyilere

Rahatlık ver.

200 Onların içinde (varsa eğer)

Hırsız, fena

Ve kötülük etmek için insana

Fırsat bekleyenlere

Ve beni azarlayan kapıcımız Kamber’e

205 Ve beni bahçede korkutan horoza

Ve ezberimi bilmezsem ceza

Verecek öğretmene

Rahatlık verme.

(Ceza vermezse rahatlık ver.)

210 Yeter

Bu kadar. Allah kızar sonra çok istersen.

Yalnız unuttum; ne olur rahatlık versen

Galatasaray takımı oyuncularına. Yarın

Maçları var da; yenilmesinler sakın.

215 “Bu çocuk ne olacak böyle, Müzeyyen? Yaramaz.

Olsaydı pısırık olacağına. Hiç kimseyle konuşmaz

Sınıfta. Tek başına koşar durur bahçede. Onu

Eve kapatmak doğru mu?

Çalışkan fakat korkak.” Annem üzüldü
Fakat belli etmedi. “Öğretmenim” çok güldü

Çarpınca ağaca “Affedersiniz”

Dediğimi anlatırken. Annem sözü kısa kesti: “Dersiniz

Başlayacak. Vaktini aldım Rânâ.

İnşallah büyüyünce lazım olur vatana.”

225 Olmadı kimseye lazım. Aranmadı

Aramayınca.

Okul boyunca

Ne futbol takımına alındı, ne sınıf mümessili olabildi.

Nedense bir yönüyle -belki de her yönüyle-
saf kalabildi.

230 Yalnız bir korku kaldı kuşkuyla karışık;

Sonunda kötü bir şey olur korkusuyla yaşadı

Selim Işık

Her olayı. Eski bir yara izi içinde sızladı, her eğilişinde

İnsanlara. Dünyaya bir daha gelişinde

Çocuk ve korkusuz yaşamak ister sürekli.

235 Büyümek, yalnız tutunanlara gerekli.

İkinci gelişinde çırıl çıplak dolaşacak.

Kelimenin bütün anlamıyla çırıl çıplak

Hep birlikte (son sınıflar) toplandık arka bahçede.

“Çıktık açık alınla”yı söyledik bir ağızdan

240 Müzik sınavıydı bu (toptan).

Herkes pekiyi aldı, imtihan iyi gitti,

Son günüydü okulun, müjde ilkokul bitti.

Yaz sıcağında evde

Canı sıkılmasın ve

245 (Zararlı ilişkileri olmasın sokakla)

Kış günü

Eski hastalığının izlerini taşıyan göğsünü

Üşütmesin düşüncesiyle

Eve kapandığı zaman -yani okul dışındaki bütün

saatlerde-

250 Divanda otururdu

Durmadan dergi okurdu.

(Siz, “Libidonun Ölümü”

Filmini gördünüz mü?)

Binbir Roman, Yavrutürk,

255 Çocuk Haftası. “Büyük

Adam olacak.” Misafirler saygıyla bakar yüzüme,

Sevgili büyüklerim: işte size manzume

Sabah erken kalkarım

Ne yüzümü yıkarım

260 Ne sokağa çıkarım.

Kışın soba yakarım

Yazın camdan bakarım

Hayattan yok çıkarım.

Öğlen olur yemek yerim

265 Fırçalanmaz hiç dişlerim

Acaba ne yapsam derim

Kovboy filmine giderim

Dönünce kızar pederim.

Akşam olur güneş batar

270 Babam hep anneme çatar

Cici çocuk erken yatar

Hayat sıkıcı ne kadar.

ÜÇÜNCÜ ŞARKI

Siz de benim gibi,

Günleri

275 Sevgiyle isteyerek

Değil de, takvimden yaprak koparır gibi gerçek

Bir sıkıntı ve nefretle yaşadınızsa, Ankara güneşi sizin de

Uyuşturmuşsa beyninizi, Ata’nın izinde

Gitmekten başka bir kavramı olmayan

280 Cumhuriyet çocuğu olarak yayan,

Pis pis gezdinizse (o sıralarda adı Opera Meydanı olan)

Hergele Meydanı’nda, bu sarı ve tozlu alan

İğrendirmediyse sizi,

Bir taşra çocuğu sıfatıyla özlemeyi bilmiyorsanız denizi,

285 Kaybettiniz (benim gibi).

Oysa,

Aynı Hergele Meydanı’nda,

Gölgede on beş, güneşte yedi buçuğa tıraş eden

Berberleri görmeden

290 Yalnız renkli yanını yaşadınızsa hayatın

Ver hergele ve beygir olduğunu duymadınızsa atın,

Sakalı uzamış seyyar satıcılara kese kâğıdı satmadınızsa,

İçinde süt ve salebin olmadığı “dondurma

kaymak”tan tatmadınızsa

(Aynı Hergele Meydanı’nda)

295 Kazandınız. (Kimse yoktu -çirkinlikten başka-
Selim’in yanında)

En bayağı ve en müstehcen

(Fakat fiyatı ehven)

Romanları kiralamak için gecesi beş kuruşa,

Samanpazarı’na çıkan yokuşa

300 Değil de sağa sapın. Etiler’in at oynatmış olduğu

Ankara’da

Hamalların gittiği Sümer sinemasıyla aynı sırada,

Pardayan, Pitigrilli ve Fantoma

Ve Hayber Kalesi ve Tahir ile Zühre bir arada

Yığılmış bir tezgâhın üstüne. “Geceleri Okumayınız”

305 Orhan Çakıroğlu’nun maceralarını.

Selim Işık, dünü bugünü yarını

İşte bu ortam içinde öldürdü.

Eksiklik duygusunun acısıyla güldürdü.

Ucuz düşüncelerindeki ucuz düzen, ucuz romanların

310 Ucuz huysuzlukların ucuz saplantısı

Ucuz ucuz ucuz ucuzdu.

Dalgın, sinirli, suskun huysuzdu.

Altımızda kalabalık bir aile otururdu.

Masasının üstünde bir kuru kafa dururdu,

315 Ortanca oğulları tıp talebesi Saffet’in

(Sırıtan bir kâbustu benim için.)

Ne olur şu kuru kafayı kaldırınız

Beni korkutmaya yok hakkınız

Herkes doktor olmaz ki,

320 Siz bana iyisi mi

Nâzım’dan şiirler okuyun.

Hani şu “Culûs-u Hûmayun”

Diye sözlerini pek anlamadığım

Fakat mısralarının sesini sevdiğim şiir,

325 Bir de “Ölüme Dair”

Sonra da Liszt’in İkinci Macar Kampanasını

Ve Puccini’nin Tosca Operasını

(Canım, mandolinle çaldığım arya)

Çalarsınız gramofonda.

ucuz yaşantısı

330 Bir yumuşama gelir yüzüne

Kafatası durur gene

(Fakat bir tülbentle örtülü)

Caruso’nun eski plakta hırıltılı sesi duyulur yalnız

Sonra tıp talebesiyle kurşun asker oynarız.

335 Cranium fibula radius

Sacrum patella carpus

Nasıl ezberlenir Allahım

Arapça dua eden insanın Latince kemikleri?

Saffet kulun anatomiden çaktı,

340 Selim kulunla oynamayı bıraktı.

Alt katta bir kiracı daha: Ecmel Karakaş

Ve gayrı meşru karısı (yavaş

Söyle duymasınlar) Bana yüz vermiyor bahçede

güzel kızı

(Oysa, bahçede geçirdim bütün yazı)

345 Dut ağacına çıkıyor benden kaçarak,

“Sen de arkasından çıksana ahmak!”

Daha daha: pısırık, beceriksiz, korkak.

En üst katta, karşımızda, Arif Beyin refikası

Laima Hanım ut çalardı (Sarahaten acaba söylesem

350 İster taşrada ister İstanbul’da olsun

İster burnunuza mangal dumanı dolsun

İster merdiven sahanlıklarınızda

Kalorifer dairesinden gelen linyit kokusu,

Hepsinden daha kuvvetli ve etkilidir dokusu

355 İçinize işleyen “alaturka”nın. Küçük yaşta içirilir

Derinin altına (çiçek aşısı gibi). Arkadaşça

darılmaz mı?)

yavaşça

Sokulur okşayarak,

“Sine-i sûzânımı” eder helak.

Pek tesiri duyulmasa da gündüz

360 (Çünkü o saatlerde ya kahvede vakit öldürürüz,

Ya da paydos zilini bekleriz dairede)

Saat beş oldu mu, bin altı yüz kırk sekiz metrede

Ve bilmem kaç kilosikılda başladı mı yayına Türkiye

Postaları,

Yatağında zevkle inletir hastaları

365 Hemen fasıl heyeti,

Duyulur dört bucağında yurdun. Akşam nöbeti

Tutan sınırdaki erden,

İki kere mars oldu üst üste diye, terden

Pantalonu iskemleye yapışan pişpirik İsmail’e kadar

370 Herkesin ciğerine mikroplu havayla birlikte dolar.

Sırtı hafif kamburlaşmış ve dar göğüslü

Tamburlardan yavaşça yayılır havaya, akşamüstü.

Efendiyi ve uşağı birlikte mesteden

Makamdan makama ve besteden

375 Besteye geçerekten

“Tek tek ataraktan, bâde süzerekten”

“Çıkmam Allah etmesin meyhaneden”

Çıkmam kokusuyla alaturkasıyla beni kahreden

İçki Evinden, ölmeden önce.

380 Bence

Alyuvarlar, akyuvarlar, bir de alaturkadan mürekkeptir

Dinlerken sıkılsa da canımız,

Nasıl bir şeydir (acaba güzel midir?)

Kim bilir.

kanımız.’

385 Benim kanıma giren başka bir sanat:

Darülbedayi’de tuluat.

(Taşırım bugün de izlerini.)

Annem, ölü doğurduktan sonra ikizlerini,

Bana gebe kaldığının yedinci ayında,

390 Tepebaşı’nda, tiyatronun salaş sarayında

(Darülbedayi’de) Hâzım’ın “Lüküs Hayat” oyununda,

O kadar gülmüş o kadar gülmüş ki, sonunda

Korkmuş, bir şey olacak diye karnındaki Selim.

Oysa Selim, bildiğiniz gibi, elim

395 Olmak isterken gülünç oldu bu sayede.

Büyük bir inhiraf oldu gâyede.

DÖRDÜNCÜ ŞARKI

Baharın son günleri; kömürlükler arasında

Çamaşır ipleriyle kesilen

Üç ağaçlı bahçemizin yanındaki papatyalı arsaya bitişik

400 Sert kaldırımlı ve yokuşu dik

Yolda, ayakkabılarımın burnunu

Çarpmamaya çalışarak sekiyorum. (Becermek

Bir satıcı eşeğinin küfeleriyle sığmadığı dar

Boğazı aşıyorum

405 Ve servi ağaçlarıyla kasvet

Ve daha birtakım ağır duygular veren

Küçük meydana ulaşıyorum.

Burada duvarları yıkık

Bir mezarlık ve içinde bir türbe,

410 (Yıllar sonra gördüğüm Karacaahmet Mezarlık

Bankasının -tövbe de-
Yanında “bir küçük hesap sahibi” sayılırdı.)

mümkün değil bunu.)

Türbenin parmaklıklarına düğümlenmiş çaputları.

Sudan çıkarılmış bir ölünün parmaklarına takılı

Yosunlar gibi görürdüm. Ve duvarın önündeki kara çalı,

415 Bana ölümün taştanlığını anlatan bir hocaydı

Çarpık mezar taşları arasında,

Ölülerin beslediği çimenlerin ortasında

Türbedeki taş tabutlar kadar

Kayıtsızca uzanmış çocuklar.

420 (Korkuları yaşları kadar)

Oysa,

Saffet Ağabeylerdeki ortanca hizmetçi Gülsüm Abla,

Anlatırken ne biçimde gidilir cehenneme

Ve bakarken namaz kılan anneme

425 Bir eksiklik duyardım ölümün icaplarına dair

İçimde. Şair

Ve mimar Cemil Uluer, buruşuk derisi ve dişsiz ağzıyla

Gülsüm Abla da her akşam vaazıyla

430 Korkuturdu beni. Hayattayken sağ elle burun silmenin

Ve öldükten sonra kıyamette,

(Cehennemde veya cennette)

Her kılında bir mızıka bulunan Deccal’ın eşeğini

Günah olduğunu öğrenmiştim.

435 Zavallı Selim, zavallı Selim:

Kendi kendimi yerdim

Ne yapmalı, ne yapmalı, diye

Oysa küçük hizmetçileri Hediye.

Boş verip bütün bu cezalara,

440 Hazreti Yusuf’un kuyuda çektiği ezalara,

Adem’in buğday ağacından memnu meyveyi

Yemesine -yoksa elma ağacı mıydı?-

kara sakallı.

bilmenin

Kıyamet günü yanlışlıkla çevirince başını

Mızıkalı eşeğin sesine, nasıl yanılacağına, kaşını

445 Fazla almanın da ayrıca günah olduğuna,

Sağ elle temizlenen bütün pisliklerin cehennemde

Boğazına dolduğuna

Yüzünü çok yıkayan kadının

Bu nedenle alnının yazısını okuyan kadının

Başına gelenlere

450 Aldırmazdı. Şu karşıki apartmandaki Helen’lere

Kaçarak dudaklarını boyardı.

Benimse çok daha ciddi niyetlerim vardı.

Türbenin hemen yanında, gene dar bir sokakta,

Kerpiç bir evde, fakir arkadaşım Sabri’yle, sıcakta,

455 Ter ve yıkanmış kilim kokan odasında konuşuyoruz.

Pencereden giren güneş sefaleti keskinleştiriyor.

Temmuz

Ayının bitkinliği ve ölüm korkusu

Kelimeleri ağırlaştırırken, terimi silmiyorum

Dinsel bir korkuyla. Daha, “Eüzü mineşşeytanı

460 Başlamak için duaya. Sabri bir din adamının yavaş

Hareketlerini taklit ediyor. Bende saygılı bir telaş,

Namaz surelerini ezberlemekle geçiriyoruz

Bizi ölüme yaklaştıran zamanı. Yıl bin dokuz yüz

racim”i bilmiyorum

kırk dokuz.

Ankara’nın bütün küçük kubbeli camilerini

465 Ve kararmış kiremitli mescitlerini dolaştık.

“İnna ateyna

Kelkevser, fesalli lirabbike... hüvel ebter.”

Körpe dizlerde derman biter

Yatsı namazında, yanlış mırıldanılan kelimeler sırasında

Palabıyıklı, sakallı ve yırtık çoraplı cemaat arasında

470 Dini bütün iki Türk çocuğu kilimler üstünde yatar

Sürekli (kendine amansız.) İlahiler, dualar...

Allahın peşinde

Yirmi bin fersah. Temmuz güneşinde, ağustos güneşinde,

Kirli şadırvanların çamurlu taşlarına

475 Uzatırlar ayaklarını yalnız başlarına.

Tozlu ayakları çamurlaştıran sular,

Avuç içinden bileklere, dirseklere kayar.

Hangi elimle yıkayacaktım hangi kulağımı?

Ne tarafa dönecektim? “Selamlasana sağını!”

480 Pabuçları çalarlar mı dersin Sabri?

Duydun mu gazetedeki haberi

Pabuç hırsızlarına dair?

“Haydi Selim, herkesle birlikte çevir

Sola başını.” Neden Sabri bu ilahiyi öğretmedi bana?

485 Hiç olmazsa biraz dudaklarını oynatsana!

Şol cennetin ırmakları, akar Allah deyu deyu.

Öğle namazında güneş, yakar Allah deyu deyu.

Geç katıldı bu kervana, Allahım yakındır sana,

Bir o yana bir bu yana, bakar Allah deyu deyu.

490 Burası Allah yapısı, açılsın cennet kapısı,

Bu imtihansa hepisi çakar Allah deyu deyu.

Bu kervanda herkes yaya, rastlanmaz beye, ağaya,

İnsan aklını duaya, takar Allah deyu deyu.

Dualar bağlı toprağa, düşünce saplı batağa,

495 Gene camiden sokağa, çıkar Allah deyu deyu.

Selim Işık yaz dindarı, yetti ona bu kadarı

Cemaat kışın ne yapar, bilmez artık orasını

Hacı Bayram Camii’nin çevresindeki küçük

kalkar

evlerden birinde.

Yeni bir rüzgâr esti (olumsuzluk rüzgârı). Yokluk

Tanrısının emrinde.

500 Yeni bir savaşa katıldı bütün kavgaların yedek

(Ben neyim, ne değilim?)

Herkes mutlu ve sorumsuz

Herkes olumlu, ben olumsuz.

Yaşıtlarım, artık uzun pantalon giymenin

505 Okulun paydos ziliyle hemen sokağa taşarken

Yıkıcı fikirleriyle aklımın ince örgüsünü karıştıran

Otuz üç yaşında benimle söz yarıştıran

Nihat Ağabeyin yanında işim neydi?

Gene böyle yıldızlı ve ılık bir geceydi

510 Kardeşim Süleyman; “Hiç, ama hiçbir şey yapmadık,”

Karşımda, bardak bardak koyu çay ve paket paket

Çırpınıyordum: Dumlupınar, Sakarya

İstanbul’un fethi, Kosova

Birden başını kaldırıp gülümseyiverdi

515 Kara bıyıklarının arasında ışıldayan beyaz dişleri

Bütün inançlarımı eritti.

Anlıyorsun, bilinç, inanç bugünün sözcükleri

O, şuur ve tahripten bahsederdi.

Bunca Türk büyüğünün -bir kitaba göre elli kadardı-

520 Kazandığı bütün savaşları kaybettim orada,

(Ahşap evin beyaz perdeli odasında)

Ne Mohaç, ne Mercidabık, ne yeni, ne sabık

Zaferlerimiz dayanmadı. Yalnız kromda ve güreşte

Eski kahramanlıklardan başka

neferi Selim.

bağımsızlığını yaşarken

derken.

ucuz sigara içerken

birinciydik artık.

525 İleri sürecek neyimiz kalmıştı dokuz yüz kırk dokuzda.

Selim Işık yenilmişti, bitmişti.

Neyse tam o sırada, Marşal Amca yetişti.

BEŞİNCİ ŞARKI

Tutunamayanların destanıdır bu şarkı,

Dostum Süleyman Kargı.

530 Eller boşta kalıyor, tutunamıyorlar toprağa

Anlatamıyorlar anlatılamayanı.

Anlatmak gerek: Düşman sarmış her yanı

Oysa, mesela Selim Işık

Anlatmadan anlaşılmaya âşık.

535 Böyle adama

(Darılma ama)

Yaklaşmaz hiçbir güzellik,

Doğduğu günden beri kalbinde bir delik,

Almak için bütün sızıları içine.

540 Her zaman utanmıştır başkaları yerine.

Elim varmıyor yazmaya, inmeyelim derine.

Taş devri, Sabri devri, Nihat devri, Tunç devri

Âşık oldu -söyleyemez- utanç devri.

Hep utandı hayatı boyunca,

545 (Annesi yıkamak için soyunca)

Sınıfta birinci olduğu gün, eve geç kaldım, diye üzüldü.

Canı sıkıldı güldü, kalbi incindi güldü.

Allah’ı ya da ona engel olan gizli kuvvetleri

Hiçbir zaman kızdırmak istemedi.

550 Küçük pazarlıklar yaptığı,

Camide korkarak taptığı

Zamanlar da sürdürdü bu uzlaşımcı varlığı.

Annesinin yün fanilasına taktığı nazarlığı

Çıkaramadı yıllar boyunca. İlk defa domuz eti yerken,

555 Arkadaşlarının ısrarıyla geneleve giderken,

Hep ONUNLA (O kimdi?) bozmamaya çalıştı arayı,

İki gün oruç bile tuttu bir Ramazan ayı.

(Sapı silik ve tutuk bir tabancaydı.)

Bir gün ölürse, ona bu vatan bir mezarlık yer verecek.

560 Oturdu bir destan yazdı; kendini yerecek.

Sazını ve cesaretini aldı eline (bütün cesareti,

Daha kötü şeyler olması korkusundadır.)

Canını dişine takarak,

Yazılmış eski destanlara bakarak,

570 Sözü uzattı durdu.

İşte şöyle buyurdu:

Numanoğlu Selim derler adımız

Gürültüye geldi her feryadımız

Nedense tamamdır itikadımız

575 Dikilen her kumaş bol gelir bize

Çocukken güneşin tadın bilmedik

Büyüdük kadının adın bilmedik

Bizi anlayacak kadın bilmedik

Sevgisiz bir hayat çöl gelir bize

580 Bize öğretilen her söze kandık

“Yasaktır” “Memnudur” dendi, inandık

Hep “Girilmez” levhasına aldandık

Bu tutulan, yanlış yol gelir bize

Benim cefalı yârim kafamdır

585 Divanda düşünmek bütün safamdır

Mülkiyet benimçün büyük evhamdır

Senin olanları nideyim gayrı

Dostun vefalısı bütün isteğim

Kız peşinde olan dostu nideyim

590 Her an yaşamalıyım kendi gerçeğim

Kendi içimdeki indeyim gayrı

Dostlar dedi: bu can bizden değildir

Düşman kırdı, oysa buzdan değildir

Gene de herhalde bizden değildir

595 Çare yok dünyadan gideyim gayrı

Bana ilham getirdin

(Hem de yaktın bitirdin)

Ey! Elesius dağlarından esen rüzgâr

Kıssamız burada biter

600 Bu kadar.