[Giriş]
Sıcaktı, sıcak
Sapı kanlı, demiri kör bir bıçak
Sıcak
[Nakarat 1]
Sıcaktı, sıcak
Sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı
Sıcak
Sıcaktı, sıcak
Sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı
Sıcak
[Bölüm 1]
Sıcaktı
Bulutlar doluydular
Bulutlar boşanacak, boşanacaktı
O kımıldanmadan baktı, kayalardan
İki gözü, iki kartal gibi indi ovaya
[Köprü]
En yumuşak, en sert
En tutumlu, en cömert
En büyük, en güzel, en seven, kadın toprak
Nerdeyse doğuracak, doğuracaktı
[Nakarat 1]
Sıcaktı, sıcak
Sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı
Sıcak
[Bölüm 2]
Sıcaktı
Baktı Karaburun Dağları'ndan o
Baktı bu toprağın sonundaki ufka çatarak kaşlarını
Kırlarda çocuk başlarını, kanlı gelincikler gibi koparıp
Çırılçıplak çığlıkları sürükleyip peşinde beş tuğlu bir yangın geliyordu karşıdan ufku sarıp
Bu gelen Şehzade Murat'tı
Hükmü hümayun sadır olmuştu ki Şehzade Murat'ın ismine
Aydın eline varıp Bedreddin halifesi Mustafa'nın başına ine
Sıcaktı
Bedreddin halifesi mülhidi Mustafa baktı
Baktı köylü Mustafa
Baktı korkmadan, kızmadan, gülmeden
Baktı dimdik, dosdoğru baktı o
Sıcaktı
[Nakarat 1]
Sıcaktı, sıcak
Sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı
Sıcak
Sıcaktı, sıcak
Sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı
Sıcak
[Köprü]
En yumuşak, en sert
En tutumlu, en cömert
En büyük, en güzel, en seven, kadın toprak
Nerdeyse doğuracak, doğuracaktı
[Nakarat 1]
Sıcaktı, sıcak
Sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı
Sıcak
[Bölüm 3]
Sıcaktı, baktı
Bedreddin yiğitleri kayalardan ufka baktılar
Gitgide yaklaşıyordu bu toprağın sonu fermanlı bir ölüm kuşunun kanatlarıyla
Bu kayalardan bakanlar onu
Üzümü, inciri, narı
Tüyleri baldan sarı
Sütleri baldan koyu, davarları
İnce belli, aslan yeleli atlarıyla
Sınırsız ve duvarsız bir kardeş sofrası gibi açmıştılar
Sıcaktı
Baktı, Bedreddin yiğitleri baktılar ufka
Sıcaktı
[Nakarat 1]
Sıcaktı, sıcak
Sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı
Sıcak
Sıcaktı, sıcak
Sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı
Sıcak
[Köprü]
En yumuşak, en sert
En tutumlu, en cömert
En seven, en büyük, en güzel, kadın toprak
Nerdeyse doğuracak, doğuracaktı
[Nakarat 1]
Sıcaktı, sıcak
Sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı
Sıcak
[Bölüm 4]
Sıcaktı, bulutlar doluydular
Nerdeyse tatlı bir söz gibi ilk damla düşecekti yere
Birdenbire gökten yağar, kayalardan dökülür, yerden biter gibi
Bu toprağın verdiği en son eser gibi
Bedreddin yiğitleri Şehzade ordusunun karşısına çıktılar
Dikişsiz ak libaslı, baş açık, yalnayak ve yalınkılıçtılar
Mübalağa cenkolundu
Aydın'ın Türk köylüleri, Sakızlı Rum gemiciler, Yahudi esnafları
On bin mülhid yoldaşı, Börklüce Mustafa'nın
Düşman ormanına on bin balta gibi daldı
Bayrakları al-yeşil, kalkanları kakma, tolgası tunç saflar pare pare edildi ama
Boşanan yağmur içinde gün inerken akşama
On binler, iki bin kaldı
[Nakarat 1]
Sıcaktı, sıcak
Sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı
Sıcak
Sıcaktı, sıcak
Sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı
Sıcak
[Köprü]
En yumuşak, en sert
En tutumlu, en cömert
En güzel, en seven, en büyük, kadın toprak
Nerdeyse doğuracak, doğuracaktı
[Nakarat 1]
Sıcaktı, sıcak
Sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı
Sıcak
[Bölüm 5]
Hep bir ağızdan türkü söyleyip
Hep beraber sulardan çekmek ağı
Demiri oya gibi işleyip, hep beraber
Hep beraber sürebilmek toprağı
Bağlı incirleri hep beraber yiyebilmek
Hep beraber, hep beraber, hep
[Nakarat 2: Cem Karaca & Koro]
Yarin yanağından gayrı
Her şeyde, her yerde
Hep beraber, hep beraber diyebilmek için
Yarin yanağından gayrı
Her şeyde, her yerde
Hep beraber, hep beraber diyebilmek için
Yarin yanağından gayrı
Her şeyde, her yerde
Hep beraber, hep beraber diyebilmek için
Yarin yanağından gayrı
Her şeyde, her yerde
Hep beraber, hep beraber, hep beraber diyebilmek için
Yarin yanağından gayrı
Her şeyde, her yerde
Hep beraber, hep beraber diyebilmek için
Yarin yanağından gayrı
Her şeyde, her yerde
Hep beraber, hep beraber diyebilmek için
Yarin yanağından gayrı
Her şeyde, her yerde
Hep beraber, hep beraber diyebilmek için
Yarin yanağından gayrı
Her şeyde, her yerde
Hep beraber, hep beraber diyebilmek için
Yarin yanağından gayrı
Her şeyde, her yerde
Hep beraber diyebilmek için on binler verdi sekiz binini
[Bölüm 6]
Yenildiler
Yenenler, yenilenlerin dikişsiz ak gömleğinde sildiler kılıçlarının kanını
Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi
Hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak
Edirne Sarayı'nda damızlanmış atların eşildi nallarıyla
Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların zaruri neticesi bu
Deme, bilirim!
O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim ama bu yürek
O bu dilden anlamaz pek
"O hey gidi kanbur felek, hey
Hey gidi kahpe devran, hey" der
Ve teker teker, bir an içinde
Omuzlarında dilim dilim kırbaç izleri, yüzleri kan içinde
Geçer çıplak ayaklarıyla yüreğime basarak
Geçer Aydın ellerinden Karaburun mağlupları
[Bölüm 7]
Dostlar
Biliyorum dostlar
Biliyorum nerde, ne haldedir o
Biliyorum gitti gelmez bir daha
Biliyorum bir deve hörgücünde, kanayan bir çarmıha, çırılçıplak bedeni mıhlıdır kollarından
Dostlar, dostlar, dostlar
Bırakın beni, bırakın beni
Dostlar, dostlar, dostlar, dostlar
Dostlar, bir varayım göreyim
Göreyim, Bedreddin kollarından Börklüce Mustafa'yı, Mustafa'yı
Boynu vurulacak iki bin adam, Mustafa ve çarmıhı
Cellat, kütük ve satır; her şey hazır, her şey tamam
Kızıl, sırma işlemeli bir haşa, altın üzengiler, kır bir at
Atın üstünde kalın kaşlı bir çocuk; Amasya Padişahı, Şehzade Sultan Murat
Ve yanında onun, bilmem kaçıncı tuğuna ettiğim; Bayezid Paşa
[Çıkış]
Satırı çaldı cellat
Çıplak boyunlar yarıldı nar gibi
Yeşil bir daldan düşen elmalar gibi birbiri ardına düştü başlar
Ve her baş düşerken yere
Çarmıhından Mustafa baktı son defa
Ve her yere düşen başın kılı depremedi
İriş dede sultanım iriş
İriş dede sultanım iriş
İriş dede sultanım iriş
Dedi bir, başka bir söz demedi